21 Temmuz 2011 Perşembe

AMERIKAN YALANLARI







  • Amerikan Yalanları
    Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın Cevap Vermek Zorunda Kaldığı Kitap...

    11 Eylül saldırılarının üzerinden yılarl geçti. yıllar önce ekranları başında uçakların son hızla kulelere çakılmasını izleyen herkes için bu eylem, ister hoşuna gitsin ister gitmesin, şok ediciydi. Ama nedense, esas şok geçirmesi beklenenler hiç de şaşırmışa benzemiyordu.

    Amerikan yönetimi saldırılarla ilgili hiçbir akla yatkın açıklama yapmamasına karşın, saldırının ertesi günü Amerika'nın savaşta olduğunu açıkladı. İsrail ise hiç gecikmeden Filistin'e ve Arap komşularına karşı düşmanca tavrını sertleştirdi ve kısa bir süre sonra Arafat'ı Ramallah'ta kuşattı.

    "Medeniyetler Çatışması" Afganistan'la başladı, Irak'la devam etti; Amerika tek taraflı olarak Suriye ve İran'ı tehdit ederken, son olarak İsrail de Lübnan'a girdi. 11 Eylül saldırıları dünyayı gerçekten değiştirdi ve dünya adeta yüzyıllarca önceki klasik sömürgecilik dönemine döndü. Amerika ve İsrail'in İslam dünyasına karşı başlattığı haydutça saldırı başından itibaren yalanlarla sürdürülüyor. İşte bu kitapta 11 Eylül'den beri Amerikan yönetiminin akıl almaz yalanlarını okuyacaksınız. Üstelik her biri belgeler ve fotoğraflarla kanıtlanmış olarak.

    Ian Henshall ve Rowland Morgan'ın kitabı o kadar etkili oldu ki, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, resmi sitesinde, 2005 eylülünde, kitaba cevap vermek zorunda kaldı. 114 renkli fotoğraf ve kanıtın yanında, 11 Eylül Komisyonu Resmi Raporu ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın cevabı da ilk defa Türk okuyucusuyla buluşuyor.

    Amerikan yalanlarına karşı dünyadaki en kapsamlı ve derli toplu yanıt özel edisyonuyla Salyangoz Yayınları'nda.

    Bugüne kadar ABD'nin resmi cevap vermek zorunda kaldığı tek komplo teorisi kitabı olan Amerikan Yalanları, tam zamanında seçkin raflarda yerini alıyor.

    Medeniyetler Çatışması' nı başlatan komplonun perde arkası...
    (Tanıtım Yazısından)








  • Asker ve Devlet
    Günümüzde kopan fırtınaları tam elli yıl öncesinden açık açık anlatan bir siyasalbilim klasiği...

    1957 - 2007 Sivil Asker ilişkilerinde acaba ne değişti?
    Samuel P. Huntington'un bu çalışmada gündeme getirdiği birçok tespit, bugün ülkemizde yaşadığımız sivil-asker ilişkilerine dair çoğu sorunun 50 yıl önce farklı şekillerde ABD'de de yaşandığını göstermektedir. Askeri bütçe, askerlerin siyasi faaliyetleri, diplomasi ve iç siyasete etkileri, toplumla ve siyasi erkle ilişkileri, askeri kurum ve kuruluşların yapısı ve işlevleri gibi Huntington tarafından bu kitapta ABD bağlamında tartışılan sorunlar, günümüz Türkiyesi'nde de hararetle tartışılmaktadır.
    Dolayısıyla, Asker ve Devlet, sivil-asker ilişkilerinin Türkiye gündemine oturduğu ve ülkenin geleceğini şekillendirecek unsurlardan biri haline geldiği bu dönemde, tartışmalara rehberlik edebilecek klasik bir referans kaynağı olarak düşünülebilir. Kitap, hem getirdiği teorik yaklaşım, hem işlediği konular, hem de sunduğu yöntemle Türkiye'de sivil-asker ilişkilerinin incelenmesi ve tartışılmasına farklı bir yaklaşım kazandırmaktadır. Huntington'un genel bir sivil-asker ilişkileri kuramı geliştirip, bu kuramı kapsandı bir tarih analiyle test etti, Asker ve Devlet, modern bir devlette, profesyonel askerliğin anlamı, askerlik kurumunun kamu idaresindeki konumu ve silahlı kuvvetlerin denetimi konusunda ideal modeller ve uygulamadaki durumları göstererek, Türkiye'deki tartışmalara da ışık tutmaktadır.

    Ne dediler :

    " Askerlik mesleğinin sivil toplumla ilişkisini irdeleyen ve askerlik zihniyeti ile askeri profesyonellik anlayışını tanımlayan en başarılı çalışma."
    -Prof.Dr. Eliot Cohen, Foreign Affairs editörü, Johns Hopkins Üniversitesi

    "Abd'de sivil asker ilişkilerini inceleyen akademik edebi ve görsel çalışmaların entelektüel atası."
    -Naval War College Rewiew

    "Askerlerle ilgili önyargıları ortadan kaldıran ve siyaset ordu arasındaki ilişkilerdeki süreçleri inceleyen etraflı ve düşündürücü bir çalışma."
    -American Political Science Rewiew


    "Sivil-asker ilişkileri üzerine genel bir kuram geliştirip bu kuramı kapsamlı bir tarih analizine tabi tutan alanında öncü bir eser"
    -Harvard University Pres

    Türk Basınında yankıları:

    Tam demokratik rejimlerde ülkeyi siviller yönetir; asker ise yurdu korur. Nokta!
    Ancak gerçek tarih hiçbir zaman teoriye ya da ilkelere uymaz. Askerin siyasete müdahalesini engellemek ciddi bir meseledir.
    Bu konuda en önemli çalışmalardan birini, 'medeniyetler çatışması' teziyle ünlenen Samuel Huntington yapmıştı. 'Asker ve Devlet' adlı tuğla gibi kitabında orduyla siviller arasındaki karmaşık ilişkileri ele alır. Ve asker üzerinde sivil hakimiyetin sağlanması için iki yol olduğunu öne sürer.

    Objektif kontrol: Askerler politikadan uzaklaştırılır ve en üst düzeyde profesyonelleşmeleri sağlanır. Aynı anda ülke güvenliği konusunda askere geniş takdir hakkı verilir. Bu yaklaşımda siyaset ve askerliğin birbirinden bağımsız iki alan oluşturduğu fikri hâkimdir.

    Subjektif kontrol: Bu yaklaşımda askerlik, özerk bir alan değil, siyasetin uzantısı olarak görülür. Siviller güvenlik konularını askerler kadar iyi bilir. Askerler, orduya monte edilen sivil unsurlarca sürekli denetlenir.
    Ricardo Lagos askerin kışlada kalmasının birinci şartı olarak siyasetçiler arasında bir 'konsensus' oluşması gerektiğini söylüyor. Güzel! Ancak bu 'gerekli ama yetersiz' bir şart değil mi? Çünkü sivili anlatıyor ama askeri anlatmıyor. Soru şu: Bazı subayların 'Biz kışlada oturmaktan sıkıldık' demelerinin önüne nasıl geçeceksin? Objektif biçimde mi, subjektif biçimde mi?
    - Emre Aköz - 16/10/2004 - Sabah Gazetesi

    Başta Almanya, Britanya ve Fransa'da, yani Avrupa ülkelerinde, onlardan sonra da ABD'de modern orduların oluşumunu inceliyor. Oldukça derli toplu bir kitap. Huntington'ın sonraki 'eserleri'ne kıyasla çok iyi ve yararlı buldum.
    Ben de bir süreden beri militarizm konusunu incelediğim için bu alanda gezinip okuyorum zaten. Türkiye'de, 'Türk asker doğar' diye yaygın bir inanç vardır. Geçenlerde gene değindiğim gibi, birkaç bin yıldan beri 'devlet' ve 'ordu' sahibi olduğumuzu iddia eder ve bununla kıvanç duyarız. Oysa bunlar ne bizim ne de başkalarının geçmişten bugüne gelen özelliklerimizdir. 'Militarist' ideolojinin kendisi 'modern ordu'nun ortaya çıkmasıyla birlikte oluşmuş bir şeydir ve oluştuktan sonra da, bizimki gibi bazı ülkelerde, böyle bir 'askeri tarih' icat etme âdetini başlatmıştır.

    Modern 'devlet' gibi modern 'ordu' da Fransız Devrimi'nin bir ürünüdür ve bildiğimiz biçimlenişinde Napolyon'un epey bir katkısı vardır. Ancak, Napolyon'dan bayrağı ilk alan da Prusya olmuştur. Prusya bayrağı almış ve İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar da elinden bırakmamıştır. Bütün dünya ülkeleri, bütün bu süre boyunca, ilkin Prusya'da ve Almanya'da denenip kurallaşan şeyleri kopya ederek ordularını biçimlendirmişlerdir. Türkiye de bu kuralın dışında değildir.

    19. yüzyılın sonlarından Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Osmanlı ordusunu bizzat ve bilfiil Alman subaylar şekillendirdi.

    Huntington da bütün süreci böyle görüyor ve çok analitik bir yöntemle gelişmeyi adım adım sınıflandırarak açıklıyor.

    Askerlik, Avrupa'da, 19. yüzyıla kadar öncelikle aristokrat sınıfın tekelinde olan, bazı bakımlardan neredeyse 'avlanma' gibi, 'spor' özellikleri ağır basan bir şeydi. 'Şey' gibi bulanık bir kavram kullanıyorum, çünkü 'iş' demeye dilim varmıyor. Ancak 19. yüzyıl başında askerlik bir 'iş', bir 'kariyer' haline geldi. Bir 'bilim' gibi araştırılacak, öğrenilecek, özerk bir bilgi alanına dönüştü. bunda da, tabii, gene bir Prusyalı olan Clausewitz'in çok önemli bir katkısı söz konusu olmuştur.
    Avrupa tarihinde aristokrasi dışında 'ücretli askerlik' kurumunda yetişip yükselen komutanlar da görülmüştür, ama bunlar hiçbir zaman aristokrasinin önüne geçememiştir. Osmanlı devletinde ise Avrupa'dan ciddi biçimde farklılaşan bir askerlik anlayışı ve yapısı vardı ama bunlar da 19. yüzyıla gelmeden çok önce geçerli veya etkili olma imkânını kaybetmişti.

    Askerliğin bir 'kariyer' haline gelmesi, profesyonelleşmesi ve aynı zamanda bir 'uzmanlık alanı' olarak sınırlarının çizilerek ayrışması anlamına geliyordu. Huntington bu zorunluğu vurguluyor ve aynı zamanda buradan çıkarılması gereken sonucun da altını çiziyor. Bu şekilde ayrı bir uzmanlık alanı olan askerliğin bundan sonra bir yandan iç güvenlik konuları, bir yandan da politikayla yolunu ayırması gerektiğini söylüyor: birinci alanı polise, ikinci alanı da politikacıya bırakmak üzere.
    - Murat Belge - 17/12/2005 - Radikal Gazetesi

    Asker ve Devlet, sivil-asker ilişkilerinin Türkiye gündemine oturduğu ve ülkenin geleceğini şekillendirecek unsurlardan biri haline geldiği bu dönemde, tartışmalara rehberlik edebilecek klasik bir referans kaynağı olarak düşünülebilir. Kitap, hem getirdiği teorik yaklaşım, hem işlediği konular, hem de sunduğu yöntemle Türkiye'de sivil-asker ilişkilerinin incelenmesi ve tartışılmasına farklı bir yaklaşım kazandırmaktadır. Huntington'un neredeyse yarım asır önce kaleme aldığı bu çalışma, modem bir devlette profesyonel askerliğin anlamı, askerlik kurumunun kamu idaresindeki konumu ve silahlı kuvvetlerin denetimi konusunda ideal modeller ve uygulamadaki durumları göstererek, Türkiye'deki tartışmalara da ışık tutmaktadır.